Matrix

Güncelleme:

Geçenlerde çok sevdiğim bir arkadaşımın yazdığı harika kitabı okudum bu aralar bana bir şeyler oldu aldığım kitabı 1 günde bitiriyorum. Sevdiğim kitapları alıyorum, onları da hemen okuyorum. Eskisi gibi kitap okumuş olmak ve entellektüel birikimime bir taş daha koymak adına kitap okumuyorum. Hoşuma gidecek kitapları seçiyorum onları da bir solukta bitiriyorum kaç sayfa olursa olsun....

Aslında popüler olmayan o kadar güzel kitaplar var ki, adeta okyanusun dibinde duran inci tanesi  gibi.  Bir çoğunu kitapçılarda bile bulmak söz konusu değil, yani büyük kitapçılarda.  İsme gerek yok aman reklam olmasınJ. Genellikle Beyoğlu Balık Pazarı içindeki sahaflarda ya da onun gibi kuytu kitap dükkanlarında oluyorlar.

Bu satırları yazmama neden olan kitap ise küçücük 70 sayfalık bir kitapçık. Tasarımı, kapağı çok sade ve naif ama içeriği o kadar kuvvetli ki bir solukta okunuyor ve duygusal dünyanızda adeta suda seke seke ilerleyen küçük taşlar gibi değişimler yaratıyor.

Matrix’ ten bahsediyor kitap. Bildiğimiz meşhur filmden değil tabii. Deli gibi oradan oraya koşturan büyük plazalar ya da çok uluslu şirketlerde işçi arılar gibi çalışan insanlardan. Hepsinin ortak davranışlar sergilediğinden bir süre sonra yaşamlarını otomatiğe aldıklarından, çocuklarına, sevdiklerine vakit ayıramadıklarından. Bayramlarda tatillerde gidilen 5 yıldızlı her şey dahil tatillerden....

Düşündüğümde o kadar hak verdim ki doğrusu. Ben de bu grupları akşam 5 ten sonra iş çıkışlarında minibüslerine binmek üzere yolda ayakta beklerken görüyorum. İş çıkışı arkadaşlarla kısa sohbetler, sigara molaları ve sonra toplu olarak servislere binip trafiğe karışıp evlerine yorgun argın dönen insanlar onlar.....

Ben de o sırada kim bilir hangi alışveriş merkezi, ya da arkadaşımla sohbetten dönüyor arabam da bir taraftan bilgisayarımdan internete bağlanırken diğer taraftan bu insanları seyrediyorum.

Ben hiç bir zaman bu plaza insanlarından olamadım , olmadım, istemedim .

Bu yaşama bakışınızla ilgili bir şey. Kendimi bildiğim andan itibaren 3-4 yaşlarımdan itibaren hiç standart hayallerim olmadı. Biz küçükken Ayşegül kitapları vardı benim gibi 80 li yıllarda çocuk olanlar bilirler. O Ayşegül kitapları sayesinde okula gitmeden yine o yaşlarımda okumayı söktüm. Estetiğe düşkünlüğüm kendimi bildiğim andan beri var. Hep derdim ki bu Ayşegül çok güzel ama ben onun gibi güzel değilim. Çok üzülürdüm. Sonraki yıllarda güzellik anlayışım hep mükemmelliğe doğru ilerledi. Bak demek sebep Ayşegül’ müşJ İlkokul yıllarımda çok çirkindim, dolayısıyla hiç popüler de değildim. Bu insanı biraz üzen bir durum oluyor doğrusu....

Babam o az önce bahsettiğim plaza insanlarından dı. Türkiye’ nin en büyük bankalarından birinde yönetici olarak uzun yıllar çalıştı. Ama onun çalıştığı dönemlerde plazalar yok büyük hanlar vardı...Trafik de böyle sıkışık olmadığı için kendi gidip gelirdi. Hiç öyle arı kovanı boşalmış gibi akşam iş çıkışı servis bekleyen insanlardan olmadı, hem pozisyonu gereği hem de o günün şartları farklı olduğu için... Her neyse; ben 16 yaşında ailemin öngörüsüyle nişanlanıp, 17 yaşımda evlendiğim için öyle üniversite, meslek seçimi gibi hayallerim olamadı. Uzun yıllar bunun ezikliğini çektim doğrusu ama şimdi düşündüğümde belki böylesi benim için daha hayırlı olmuştur diyorum... Ya da kendimi avutuyorum. Şimdiki aklım olsa psikiyatri okumak isterdim doğrusu. O kadar kötü örneklerini gördüm ki yaşamım boyunca oraya da bir kendi imzamı atabilseydim diyorum....Matrix’ e dönecek olursak; evet insanlar çocukluklarından itibaren bir iş sahibi olmak üzere yetiştiriliyorlar. Önce lise sınavları, kurslar, özel dersler, burada sınav kazanamamış ama parası olan gençler yurt dışındaki üniversitelere yollanıyor falan böyle bir üstün körü yaşanmış çocukluklar sonra, iş aramalar bilmem kaç yere cv yollanmalar, abuk subuk yöneticilerin abuk subuk eleştirileri, ego törpülenmesi. Sabah 8 akşam 8 mesaileri. Bayram ve özel günlerde kapitalist sistemce körüklenmiş hediye ve tatil trafikleri. Üç kuruş maaşla deli gibi çalışıp, akşamları kumanda elde televizyon karşısında koltukta uyuya kalmalar. Kreşte ya da anaokulunda yetişen bilgisayar çocukları.... Ben onları işçi arılara benzetiyorum. Kraliçe arının kim olduğunu anladınız tabii. Arkadaşımın anlatımıyla Matrix bunu istiyor. O,  bu Matrix’ in önce içine girmiş ve sonra da  dışına çıkabilmiş  şimdi ise mutlu olan birisi. Ben o Matrix’ in içine hiç girmemiş birisiyim iyi ki de girmemişim. Şuursuzca yapılmış otomatik hareketlere karşıyım. Gruplara karışmaya, çarkın dişlisi olmaya karşıyım. Ben kendin olmaya bireyselliğe, isterse binlerce insan bir tarafa gitsin ben karşı tarafa gidenlerdenim. Ve iyi ki de öyleyim....