Medya Gündemi

Güncelleme:

Medya gündemi geçtiğimiz hafta bir hayli yoğundu. Özellikle duayen gazeteci ve anchorman Mehmet Ali Birand’ ın ani ölümü, kendisini tanıyan, tanımayan pek çok kişiyi fazlasıyla üzdü. Her gün ekranlardan bizlere, sıcak sunumu ve usta yorumu ile Türkiye gündemini anlatıyor, haberin içine giriyor, izlettiriyor ve dinlettiriyordu.

Ben de haber spikerliği yaptığım dönemde, bir general dostumuz vasıtasıyla, kendisi ile iş görüşmesi yapmış ve tanışma fırsatı bulmuştum. Cnn televizyonu yeni açıldığında  görüşmüştük. ‘Çok talep var spikerlik için şimdiden isminizi sıraya yazdırın’ demişti. Allah rahmet eylesin, önemli ve başarılı haberciler yetiştirmiş bir gazeteciydi.

Ekibindeki insanlara destek olan onları kollayan bir yapısı vardı. Iıılar ve Eeeeleri öksüz kaldı diyelim. Aslında o hiç de doğal olmayan, beyaz cama yakışıyordu sıcak tarzı, esprileri, dil sürçmeleri hatta,  onun alamet-i farikasıydı. Ben de pek çok insan gibi, kendi adıma gerçekten üzüldüm ani vefatına.

Sosyal medya da bir de baktım ki bazı insanlar, arkasından atıp tutuyor. Yok  her devrin adamıydı, hukumete yakındı, şuydu, buydu….

Ne kadar ayıp ve din dışı buldum bu lafları. Hani ölünün arkasından konuşmak günahtı, Müslümanlıkta?  Hani gıybet, ölü eti yemekle bir tutulurdu, sizin inancınızda? 

Herkesin insan olarak kusurları olabilir, beğenmeyebilirsiniz ama bu kadar ani bir ölümde hiç mi içiniz sızlamaz, üzülmezsiniz de arkadan yalan yanlış konuşursunuz? Bana, kendine inançlıyım deyip, böyle yapan insanların vicdansızlığı  gibi geliyor doğrusu bu haller…

Diğer bir tarafta geçen haftanın en çok konuşulan isimlerden biri Fatih Altaylı idi.  Şahsen hiç tanışmadım kendisi ile ama öyle bir talebim de olmadı, olamazdı. Enerji ve duruş olarak, o takımı kendime yakın bulmuyorum doğrusu, kendisini takip de etmiyorum. O ve o gruptaki diğer bazı gazetecilerden de hiç haz etmiyorum. 

Tesadüfen geçenlerde Levent Kırca ile olan programını izledim. Müthiş bir programdı doğrusu. Kırca faktörü sayesinde.  İzleyenler mutlaka olmuştur. Aralarındaki diyaloglarını da dj lerden biri sanıyorum remix haline getirmiş.

İlk izlediğimde Levent Kırca’ ya bravo dedim. Sonra biraz fazla ciddiyetsiz davrandığını, Altaylı’ yı özellikle sinir etmeye çalıştığını, Ulusal Kanal ve İşçi Partisi propagandası yaptığını gördüm.  Her tavrına, her siyasi fikrine katılmıyorum o ayrı bir şey. Ama bu kimmiş, yok bitikmiş, bir tek sarhoş tiplemesi varmış falan gibi suçlamaları da kabul etmiyorum. Benim çocukluğumdan itibaren bu adamcağız siyasi hiciv ve eleştiri yapan adamların başında gelir. Eğer yılların tiyatrocusu Levent Kırca’ yı sadece sarhoş tiplemesi ile hatırlıyorsanız bu biraz da sizin anlamak istediğiniz espri düzeyinin basitliğini gösterir. 

Kaldı ki, içinde olduğumuz dönemde, bu cesarette bir sanatçıyı bulmak çok zor. Kendisi de de pekala köşesine çekilip, bu güne kadar alın teri ile kazandığı paralarını zevk-i sefa içinde yiyebilir, hatta üzerlerine yenilerini ekleyebilir. Ama o bunu yapmıyor ve kendince inandığı değerlerin peşinden koşuyorsa, orda bir durup kendisine hak ettiği saygıyı kendine vermek gerekir.  Herkesin, tüm fikir insanlarının, iktidara ters düşüp, onların hışmına uğramaktan , korktuğu bir dönemde adamcağızın biri çıkıyor ve Don Kişot’ luk yapıyor, yel değirmenlerine savaş açıyor.
Altaylı köşe yazısında, aslında Levent Kırca’ yı programa çıkartırken ne kadar samimi ve sıcak davrandığından bahsetmiş. Yani sıcak davranmışsa iyi yapmış, çünkü zaten, o malum toplantıda ettiği saçma sapan lafları sormak üzere çağırıp, bir de kötü niyetli davransaydı artık ne olurdu bilmem?

Bu sefer Altaylı’ nın hesabı tutmamış, Kırca ondan daha cevval davranıp, oyunu terse çevirmiş. Ne yapalım artık, Altaylı’ ya geçmiş olsun, hay Allah vah vah…

Bir daha ki sefere olmaz inşallah…

Geçtiğimiz hafta cadı kazanı medyamızda bu tatsız olaylar varken. Bir sessiz sedasız, tatsız haber de Toktamış Ateş hoca’ dan geldi. Ona da Allah rahmet eylesin diyelim. Değerli bir insandı, bir dönem Abdurrahman Dilipak ile düzeyli ve hararetli tartışmalarla, ekranlarda yer alır ve kendisini keyifle dinletirdi. O güzel sohbetleri ile anılarımızda saygı değer bir insan olarak kalacak…
İnsan uzun da yaşasa, kısa da yaşama doyamıyor. Hep kullandığımız tabir 3 günlük dünya. Yani belki de mesele aslında nicelik değil, nitelikte…

Paylaşamıyoruz, hırslarımızı yenemiyoruz kimi zaman ama aslında bize kalıcı olan neyimiz var da paylaşamıyoruz. Bunu lafta biliyoruz ama uygulamada yapamıyoruz. O halde inşallah bu durumun farkına varabildiğimiz ve uygulayabildiğimiz günler hepimiz için yakın olsun diyelim…