Vicdan Muhasebesi !

Güncelleme:

Spritüel yolculuğum 25 yaşımda başladı, yani çok çok uzun yıllar önce diyebiliriz. Önce kendimi sorgulamaya başladım, mutlu muyum? Değil miyim? Niye mutlu değilim, mutlu olmak için ne yapmam gerekir? Mutlu olmak için kendimi doğru analiz etmem gerekir, peki ben bunu yapabiliyor muyum?

Dedim ve spirtüel arayışlarım başladı. İnsanlık tarihi kadar eski bir kavram. Ben kimim ve nasıl biriyim?

Hem kendi içinde olup, hem dışarı çıkıp, tekrar içeriye bakma hadisesi çok da kolay olmuyor.
Hiç de sorgulamıyor olabilir, sadece etrafımda benden önce yaşamış insanlara bakıp, ben de onlar gibi yapabilirdim. Yani herkesin yaptığı şeyler; okumak, çalışmak, evlenmek, yaşlanmak, sonra da ölüp gitmek.

Zaten yaptığımız hep bu aslında sorgulasak da, sorgulamasak da bu evreni…
Tekerleme gibi olduğunun farkındayım?

Gidilecek yol hep aynı süreçleri yaşatıyor her birimize.

Ama bir hikaye vardır ya hani belki bilirsiniz; Dervişin biri, öğrencisine eğitim sırasında; al eline bir kaşık yağ,  in bahçeyi dolaş, sonra da  bu yağı dökmeden geri getir dediği. Hikaye bu ya…
O da aynen dervişin dediğini yapmak için, etrafındaki hiçbir şeyi görmeden, kaşığın içindeki yağı dökmeden geri getirdiğini. İçinden geçtiği güzelim bahçedeki hiçbir şeyi görmediğini. Sonra derviş de yolda neler gördün anlat bakalım deyince; Kaşığı dökmemek için hiçbir şey görmedim, sadece kaşığı dediğini.

O hesap bizimki de…

Mesele farkında olabilmekte.

Dünya seyahatimizde, başkalarının tecrübeleri ile ya da anlatılanlarla değil, kendi gördüklerimizle, hissettiklerimizle yola devam edebilmekte. Ne kadar özgün ve kendimiz olabilirsek o kadar iyi işte….

Ne mücadele verdim, ne hırpaladım kendimi, nasıl kendim olmaya çalıştım. Başkalarını değil kendi canımı acıttım aslında.  Aydınlanmanın öyle olacağını zannettim.

Ne istediğimi bulmak için, defalarca içime dönüp sordum.

Mutluluklarımın da, acılarımın da farkında oldum hep, önce kendimi kandırmadım, sonra etrafımdakileri…

Bir sürü saçmalığın farkına vardım.

İnsanların birbiri ile kıyasıya rekabet ettiğini.

Kazanmak adına içlerindeki merhameti öldürüp ötekinin zayıflığında zafer çığlıkları attıklarını…
Sonra daha derin, daha siyah kuyulara düştüklerini…

Aslında bir mutsuzluktan öbürüne, inkar zincirleri içinde bağlandıklarını.

Yaşamlarını anlamsız bir hiç için tükettiklerini ve aslında gerçekten hiç yaşamadıklarını gördüm.
Sonra dönüp şükür ettim içimdeki Ben’ e,  içimden çıkıp, dışarıdan anlarda da olsa bakabildiğimde  kendime…

Bana gösterdiği için kendi perdemden algılayabildiğim alemi….

Bu sefer böylesi geçti içimden, güzel ülkemde, ölüm oruçları, vicdan muhasebeleri sorgulanırken, söylemem gerekenleri, yazmam gerekenleri yazmak istemedi canım, insanlığımı sorgulamak istemedim. Birilerinin yaşamları üzerinden hamaset yapmak istemedim, gazeteciliğimi bir kenara bırakıp içime dönmek istedim….