Demet Akbağ'ın merak edilenleri

Demet Akbağ'ın merak edilenleri

Sesim güzel! Yılmaz’dan bir müzikal yazmasını bekliyorum...

Kardeşim Sedef’le küçükken Türkan Şoray’cılık, Filiz Akın’cılık oynardık. Ben annemin siyah eşarbını takar Türkan Şoray olurdum, Sedef sarıyı takar Filiz Akın olurdu. Para çantalarımız elimizde, restorana yemeğe giderdik. Restoran evin mutfağı, garson da annem. Hesabı öderken anneme ”Üstü kalsın“ derdik. Eee koskoca Türkan Şoray ve Filiz Akın’ız.

Ali küçükken işten perukla, makyajla geldiğimde yadırgardı. Bir gün bana dedi ki “Anne ne olur, oyundan kendin gibi dön.” Hâlâ peruk takmamdan hoşlanmaz... Tiyatroya giderken bana “İyi oyunlar” derdi. Oyun çocuk için eğlenceli bir şey. “Anne oyuna gidiyor” deyince sanki daha eğlenceli bir şey için ondan vazgeçiyormuşum gibi bir hava çıkıyordu ortaya.

Çocukluğunuz nerede geçti?

İstanbullu’yuz. Ama dedemin memuriyeti nedeniyle çocukluğum Denizli’de geçti. Orada kocaman bir evimiz vardı. Babaannem, dedem, annem, babam, halam hepimiz bir arada yaşıyorduk. 

Nasıl bir anne baba?

Babam Oktay İybar gazeteci ve fotoğraf sanatçısı... Edebiyata, şiire aşık bir adam. 21 yaşında baba olmuş. Annem de çok genç, babamın peşinden İstanbul’dan Denizli’ye gelmiş. 

Kardeşiniz (Sedef İybar “Sedef’le her sabah” isimli programın yapımcısı) ne zaman aranıza katılıyor?

Aramız 14 ay. İkiz gibi büyüdük. Sonradan bir erkek kardeşim daha oldu. Dedemi kaybettikten sonra İstanbul macerası ve ilkokul başlıyor. “Balerin olacağım, tiyatrocu olacağım” diye tutturduğum günler o günlere denk gelir.

Ailede hiç tiyatrocu var mıydı?

Yok ama babaannem bizi çok gezdirirdi. Çocukluğumda günde dört sinema filmi izlediğimi bilirim. Sayısız tiyatro oyununa gitme şansım da oldu. Oyuncu olmamdaki katkısı büyüktür. 

Oyunculuğunuzla aile büyüklerini kandırır mıydınız?

2.5 yaşındayken komşumuzun oğlu beni parka götürüyor. O sırada bıcır bıcır konuşuyormuşum. Birden susmuşum ve gözümü sabit bir noktaya kilitlemişim. Oğlan “Demet, Demet” diye beni sarsıyormuş ama ben ne duyuyor, ne görüyormuşum. Korku içinde beni eve getirmiş. Annemin kucağına çıktığım an, suratına bakıp gülmeye başlamışım. Bu hayatımın ilk şakası.

Peki, ilk performansım diyebileceğiniz bir kare hatırlıyor musunuz?

Tabii. Özay Gönlüm’ün nineye mektubu. 45’liklerden birini ezberlemiştim ve bu aile içinde gerçekleştirdiğim ilk şovumdu. Babam beni takdim ederdi. Çok gururlanırdım. Aynı Özay Gönlüm gibi Denizli şivesiyle başlardım anlatmaya...

Sonra?

Özay Gönlüm olduktan sonra, kendimi başka kılıklara da girmeye başlarken buldum. Bir gün sevilen bir şarkıcı oluyordum, bir gün komşu teyze, bir gün bir akraba... Bir stand up show’a yetecek kadar malzeme topladığımda, 9 yaşındaydım.

Okulda arkadaşlarınız arasında çok popülerdiniz o zaman.

Tabii. Bütün hocaların taklitlerini yapardım. Sene sonu gösterilerinde bu taklitleri hocalara da yapardım. Sınıfı gösterilerimle susturduğum için, her zaman sınıf başkanıydım. 

Küçük yaşta takdir edilmeye başlamışsınız. Ne güzel!

Evet arkadaşlarım gülmekten yerlere kapaklandıkça, “Ayy aynısı” dedikçe mest olurdum. Bir de kimin taklitini yapabileceğimi kestirmeye başlamıştım. Gördüğüm zaman, o kişiyi kayda alırdım. Prova filan yapmazdım.

İri bir çocuktum kardeşime özenirdim

Kardeşiniz sizin starlığınızın gölgesinde kalır mıydı?

O ortalığa çıkmaya utanırdı. Ben aile meclisini güldürürken de içinden “Demet, utanmadan bunları nasıl yapıyor?” diye düşünür, beni ayıplarmış. 13-14 yaşında teşhis konulamayan bir hastalığı çıktı. O kadar zayıftı ki... Sedef şimdi diyor ki “Belki de ergenlik dönemimin başında sana olan ilgiyi kıskandım. İlgiyi üzerime çekmek için belki ben o hastalıkları uydurdum.” Hastalığı uydurma değil, gerçekti. Ama nedeni psikolojik olabilir. 

Peki siz onu?

Ben iri bir çocuk olduğum için onun güzelliğine ve zarifliğine özenirdim. Erkek Fatma gibiydim küçükken. Top oynamaya meraklıydım. Erkeklerle çok yakın arkadaştım. Hatta bakışan kız arkadaşlarımla erkek arkadaşlarım arasında mektup taşırdım.

 En sevdiğiniz oyun neydi?

Türkan Şoray’cılık, Filiz Akın’cılık oynardık. Ben annemin siyah eşarbını takar Türkan Şoray olurdum, Sedef sarıyı takar Filiz Akın olurdu. Para çantalarımız elimizde, restorana yemeğe giderdik. Restoran evin mutfağı, garson da annem. Bize günün spesyalitelerini sayardı. Sonra servisimizi yapardı. Kağıt paralardan yaptığımız liralarla hesabı öderdik. Bir de anneme “Üstü kalsın” derdik. Eee koskoca Türkan Şoray ve Filiz Akın’ız.

Şimdi kardeşinizle aranız nasıl?

Çok iyi! Kardeşim benim en fanatik hayranım. Tesadüfen biri onun yanında benim hakkımda olumsuz bir şey söyleyecek olursa, dişlerini geçirir. 

Sonra?

14 yaşında annemle babam ayrıldı. Annem ve anneannemle yaşamaya başladık. İster istemez bu olaydan etkilendim. Ara sıra görüşsek de, büyüme dönemimde babamın eksikliğini hissettim. Zafer’le karşılaşana kadar da, belki bu yüzden çocuk sahibi olmayı hiç düşünmedim. “Bir çocuğum olsun da, kimden olursa olsun” demedim hiç. 

İlk aşkınız kimdi?

Genç kızlığımda erkek arkadaşım yoktu. Zaten kız liseliyim. İlgimi çeken kimseyle karşılaşma şansım olmadı. Şimdi düşünüyorum da ne saçmaymış. İsterdim karışık bir okulda okumak. Neyse 21 yaşında aşık oldum ve evlendim. Dört yıl sürdü.

Konservatuvara ne zaman girdiniz?

82’de. Çok oyun okuduğumuz, çok yazar tanıdığımız, çok oyun izlediğimiz şahane yıllardı. Konservatuvar eğitimi beş senedir. Ben dört senede mezun oldum. Keşke daha uzun sürseydi... Sonradan insanın kendini o kadar geliştirmeye vakti olmuyor.

Sonra?

Uzuuun bir çalışma dönemi başladı. Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nda amatör oyuncu olarak başladım. Ferhan Şensoy, Haldun Dormen, Devekuşu Kabare’de Zeki Alasya, Metin Akpınar, Hadi Çaman, Nevra Serezli, Sevil Üstekin, Altan Erbulak gibi müthiş oyuncularla çalışma fırsatı yakaladım. Bir yandan da televizyona iş yapıyordum.

35 yaşında evlendim 39’unda doğurdum

 Yılmaz Erdoğan’la yolunuz nasıl kesişti?

Rasim Öztekin durmadan bana Yılmaz’ı anlatıyordu: “Şöyle delikanlıdır. Böyle kalemi kuvvetlidir” diye... Beraber birkaç iş yaptık. Daha sonra, Dikran Masis’in evinde gerçekleşen nikah töreninde, Necati Akpınar’la tanıştım. Yılmaz’la beraber dediler ki: “BKM’yi kuruyoruz. Bize katıl.” Otogargara’dan bahsettiler. Kendimi işin içinde buldum. 95 senesinde Bir Demet Tiyatro başladı. Bu benim kariyerimin en keskin ve en şahane virajı oldu. 

Zafer Çika’yla ne zaman karşılaştınız?

O yıllarda... Evlilikten, aşktan ümidimi kesmişken, “Artık benim çocuğum olmaz” derken, karşıma Zafer çıktı. 35 yaşındaydım. Dört yıl sonra da oğlum Ali doğdu. 

İkinci çocuk hiç düşünmediniz mi?

Zafer “Keşke daha erken doğursaydın. İkinciyi de yapardık” diyor. Ama ben geç anne olmanın avantajını yaşadım. Biraz kendime vakit ayırabileceğim, seçici olabileceğim bir dönemde Ali doğdu.

Zafer harika bir baba ne yapsam o da yapıyor

 “Bebek işi çok zormuş. Sahnede daha az yoruluyordum” dediğiniz oldu mu?

Çok istediğim, çok özlediğim için, biraz da buldumcuk olduğumuz için hiç öyle demedim. Şansa oğlum da çok huylu bir çocuktu. 

Zafer Bey, nasıl bir baba oldu?

Muhteşem. Zafer, Ali’yi yedirdi, altını değiştirdi, oyun oynadı, gazı olduğunda geceleri benimle kalkıp gazını çıkarttı. Bir anne olarak ben ne yapıyorsam, o da onu yaptı.

Zaten çocuklara çok düşkün biridir. Beni 39 yaşında anne olmaya iten bir diğer şey de, onun baba olmayı çoktan hak etmiş olmasıdır. Çok emindim iyi bir baba olacağına...

 Ne zaman işe döndünüz?

Ali 3 aylıktı. Gevaş’a gittim, Vizontele’yi çektim. Bir haftada döndüm ama çok minikti o zaman. Sonra oyunlar başladı.

 İşe dönmenizi yadırgadı mı?

Evet. Bir ara bunalıma girdim. Gece uykusundan uyandığında benden çok anneme, bakıcı ablasına, babasına gidiyordu. Panikle doktoru aradım. “Ben çok çalışıyorum. Bu çocuk acaba annesini bilmiyor mu?” diye... Bana hiç merak etmememi, bunun geçici bir dönem olduğunu söyledi. Gerçekten de öyle oldu.

Ali mesleğiniz hakkında ne düşünüyor?

Tiyatro’ya giderken bana “İyi oyunlar” derdi. Oyun çocuk için eğlenceli bir şey. “Anne oyuna gidiyor” deyince sanki daha eğlenceli bir şey için ondan vazgeçiyormuşum gibi bir hava çıkıyordu ortaya...

Nasıl üstesinden geldiniz bu durumun?

Bana derdi ki, “Anne ne olur bu gece gitme.” Çok üzülürdüm tabii. Bir akşam dedim ki: “Bak Ali, o kadar çok isterim ki seninle kalmak. Şu anda senden daha başka benim hayatımda önemli bir şey yok. Ama adı oyun olsa da bu benim işim. İnsanlar beni izlemek için para vermiş, bilet almış. Mecburum gitmeye.” Bence o gün anladı durumu.

Zamanında çok spor yaptım, şimdi de yoga 

Ali taklit yapmanızı seviyor mu, “Anne, ne olur bana şunu olsana” diyor mu?

Bayılıyor. Şu aralar Pepsi reklamının taklidini yapıyorum ona “Pepsii, yaşatır seni Pepsiii” diye şarkı söylüyorum. Yerlere yatıyor. Ama sevmediği şeyler de var.

Mesela?

Küçükken işten perukla, makyajla geldiğimde yadırgardı. Bir gün bana dedi ki “Anne ne olur, oyundan kendin gibi dön” dedi. Hâlâ peruk takmamdan hoşlanmaz.

 Kaç yaşındasınız?

49 yaşındayım.

Ata’yla çekimler sırasında çok eğlendik 

Maşallah. “Eyvah Eyvah”ta gözümü adeleli bacaklarınızdan alamadım. Spor yapıyor musunuz?

Zamanında çok yaptım. Arada sırada yürüyüş yapıyorum. Üç beş senedir yogaya takıldım. Doğru nefes alıp vermek bana çok iyi geliyor. Ama işin aslı, edeleli bacaklarımı genlerime borçluyum. 

O mini elbiselerin içinde, vücudunuz muhteşem duruyordu. Kostümleri kim yaptı?

Funda Büyüktunalıoğlu. Çok başarılı bir kostümcü. Bu filmde tanıştık onunla. Taklit marka çantalarıma kadar her

şeyi mükemmel seçti. Protezi, dişçim Sinan Tansal yaptı. Saç-makyaj Suzan Kardeş’e ait. 

“Demet Akalın saçı” dendi.

Alakası yok. Benim kafamda hayal ettiğim renkli bir sahne kadını bu. Dişleri de başkasına benzettiler. Kafamda hepsinin bir karışımı aslında. 

Bir de, galadan sonra “Demet Akbağ göğüslerini mi yaptırttı?” diye bir haber çıktı.

Öyle mi, görmedim. Vallahi haberi yapan arkadaş biraz geç kalmış. 9 sene öncenin haberi o. Yeni bir şey yok. 

Ata Demirer’le performansınız şahaneydi. Biz çok güldük. Siz filmi çekerken eğlendiniz mi?

Hem de nasıl. Konsept çekim sahnesinin çoğunu doğaçlama oynadık. Ata o boğa kuyruğunu bana gösterip “Bunu da takacak mısın abla?” dediğinde, “Bilmiyorum valla, isteniyorsa...” lafı orada çıkmıştır. Firuzan’ın ev çekimlerinde de çok eğlendik. Benim o bebek odası var ya... Ata’yı belki de 15 kere o bebekle korkuttum. Ben suratına “böö” yaptıkça, siniri bozuluyordu gülmekten. 

Kireç sahnesi neydi öyle?

Bayağı bildiğiniz kireçti. Bacaklarımızı naylonlara sardılar, lağımcı çizmeleri giydirdiler. Kireç ayağı yakarmış. Hareket edemiyorsunuz. Ağır bir şey. Bir de kurşunlardan korktum. Öyle polisiye filan çekmediğim için daha önce.

 Filmin devamı olacak mı? Sizi Çanakkale’de görecek miyiz?

Sorunuz bana filmin sevildiğini düşündürüyor. Demek ki seyirci bitmesin istiyor. Bu yazan insanın, o karakteri özlemesi ve tekrar onu canlandırmak istemesiyle ilgili bir şey. Senaryo Ata’nın. Devamını yazarsa ben seve seve oynarım.

 Oynadığınız rollerde senaryoya katkınız oluyor mu? Bazen son cümlede öyle bir espri patlatıyorsunuz ki, doğaçlama gibi geliyor bana.

Oluyor. Karakteri üstüme çok iyi giyersem, kendiliğinden o geliyor. Hayvani bir oyuncu içgüdüsü bu. Bazen bir laf, bazen sadece bir bakış. Bir şeyin eksikliğini hissediyorum ve ekleme ihtiyacı hissediyorum. 

Sesiniz çok güzel. Müzikal oynamayı düşünüyor musunuz?

Vallahi Yılmaz’dan bir müzikal yazmasını bekliyorum. Bir de şimdi hayatımızda Mustafa Erdoğan var. Onun şahane dansçı kadrosuyla ortaya müthiş bir müzikal çıkabilir.


Ayşe Aydın / Vatan