Yeni YÖK Başkanı “yok”lamada

Yeni YÖK Başkanı “yok”lamada
Güncelleme:

YÖK Başkanı Prof. Saraç’ın “boş kontenjan” hesabı boş çıktı.

YÖK tüm üniversitelere kalite ayarı verirken, kendisinin kalite ve standartını sorgulatmıyor.

Geçmişlerinde “YÖK’e karşı” olan nice YÖK başkanı koltuğa oturunca içler acısı durumun suçunu önceki YÖK başkanlarına atarak, “ben YÖK’e karşıyım, YÖK kapansın” diyemiyor.

Yüksek öğrenimde sayılar arttıkça kalitesizlik de tavan yapıyor. Üniversitelerin sayısı 200’e yaklaşmış durumda. Üç-beş üniversiteyi yönetemeyen YÖK, hem yeni üniversiteler açıyor, hem de kontenjanları düşürüyor. Son beş yılda üniversitelerin sayısı % 16 artarken, kontenjan sayısı  % 25 artmış gör,nüyor. Bu yıl, YÖK Başkanı Saraç’ın açıklamasına göre, boş kalan kontenjan sayısı da geçen yıla göre 20.000 kadar düşmüş durumda. Rakamlara yüzeysel olarak bakarsak her şey güllük gülistanlık. Fakat eğitimin gerçek yüzü trajedi ve dramlarla dolu. Ekonominin gerçeği şu ki, Türkiye’deki sanayi, finans ve hizmet sektörleri yeteri kadar istihdam yaratamıyor. GSMH 2010’dan bu yana yerinde sayıyor. 2010’dan önce  ucuz Çin mallarının ve Arap ve Avrupa Birliği fonlarının desteği ile rahatlayan satın alma gücü, artık borçlanma ve işsizliğe dönüşmüş durumda. Eğitimdeki sayısal okullaşma oranları, sonuçta işsiz ve katma değer yaratmayan bir gençlik yaratıyor.

Bu durumun en büyük sorumlusu, eğitimcilere göre artık kontrol edemeyecek duruma geldiği 200 üniversitenin kumandasını elinde tutan YÖK.  Eğitim camiasında, şatafatlı raporlar ve yüzeysel istatistik cambazlıkları ile kamuoyunu, politikacıları ve üniversiteleri YÖK’ün kandırdığı görüşü hakim.

Kalite arayışı hızını 30 yıldır hiç kesmeyen fakat bir türlü kaliteyi kendi içindeki idari yapıda bile kuramayan YÖK, Prof. Saraç’ın başkan olması ile yeni YÖK haline geleceği umulurken, yine boş bir hayal haline dönüştü. Bunun en son örneği boş kontenjanların azaldığı yanılsamasının bizzat YÖK başkanı tarafından açıklanması oldu.

YÖK’ÜN ADALETİ BOŞ’U “ATIL” YAPTI

YÖK’ün uzaktan kumandasındaki ÖSYM son on yıldır uyguladığı çoğu sınavda bir türlü tümü doğru sorulu bir sınav yapamazken, üniversitelere kontenjan kayırmacılığı ve öğrencilere tercih cambazlığı yaptıran YÖK de, “atıl kontenjan” diye ne anlama geldiği Türkçe’de belli olmayan yeni bir kavramlaştırma ile, bu yıl geçen yıla göre 20 bin kadar azalmış görünen boş kontenjanları “son dört yılın başarısı” diye sunma cambazlığına girişmiş durumda. Veliler arasında “YÖK ilkönce kendine çeki düzen versin, sonra öğrencilerimize uygun gelecek hazırlasın, bizlere tercih cambazlığı yaptırmasın, halihazırdaki yerleştirme sistemi çocuklarımızı mağdur ediyor, isteyen istediği bölümde okuyamıyor; 2 soru bilemedi diye onca zaman, emek ve para israf edip, üniversiteye giremeyen yüzbinlerce evladımız var” görüşü yaygın.

[haber] Kısacası yüksek eğitimde, YÖK, ÖSYM, üniversiteler ve öğrenciler, kontenjanların YÖK tarafından saptanması nedeniyle cambazlıkta birbirlerini geçmeye çalışıyorlar. Buna tabii bir de değiştire değiştire nerdeyse kimya formülü ezberletircesine baş döndüren hale getirdiği merkezi sınav adlarının kısaltmalarında alfabede harf bırakmayan Milli Eğitim Bakanlığı eklenirse, Türkiye’nin en temel sorununun “eğitim” olduğu ortaya çıkıyor. 2002 yılından önce her üç veya dört yılda bir rastlanan “eğitimde skandal” türü haberleri son on iki yılda her yıl üç dört defa duymak zorunda kalan veliler artık isyan ediyorlar. Ancak yapacakları dört yılda bir oy vermekten başka bir şey yok. Bu kez de umutlarını yeni koalisyona bağlamış durumdalar. Bir Veli, “yeni koalisyon kim tarafından kurulursa kurulsun, yolsuzluklar yerine YÖK’ü yok etsin, gerisi zaten düzelir” diyor.

Bu keşmekeş içinde, YÖK cambazlıklarına en son yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç’ın “atıl kontenjan” açıklaması eklendi. Saraç son yaptığı açıklama ile, eğitim camiasının “boş kontenjan” diye bildiği durumu “atıl” diye niteleyerek yüksek öğrenim kördüğümüne yeni bir kavram armağan etti. Bilindiği gibi sözlüklerde “tembel, işsiz, aylak, işe yaramaz, eylemsiz, girişken olmayan” diye tanımlanan “atıl” sözcüğünü “boş” yerine kullanan YÖK Başkanı, bu sözcükle adeta YÖK’ü tarif etmiş oldu.

Her yıl YÖK, üniversitelere kapasiteleri ve kaliteleri ile ilgili olması gereken okutabileceği öğrenci sayılarını soruyor; aldığı talepleri hangi kriterlerle değerlendirdiği meçhul ve gizli bir biçimde inceleyerek, her diploma bölümü için LYS sonucunda yerleşecek öğrenci sayıları demek olan üniversite kontenjanlarını ilan ediyor. Bu kontenjan saptama sürecini bir yaptırım ve cezalandırma süreci haline getiren YÖK, idare mahkemelerinin kararlarına rağmen bu alışkanlığını sürdürüyor.

screenshot_3-032.jpgYerleştirme sonuçları üniversitelere göre incelendiğinde ise, uzman eğitim bilimcisinin söylediği gerçekle karşılaşılıyor. Haber-analiz servisimizin yaptığı bir değerlendirmeye göre, yandaş olduğu söylenen yeni kurulan İstanbul Medipol üniversitesi’ne (ki listede adı yok) astronomik bir biçimde verilen bu yılki 7139 kontenjanın sadece 6028’i dolmuş; 1111’i yeni YÖK Başkanı Saraç’ın ifadesi ile “atıl” kalmış bulunuyor. Bu yıl, bir önceki yıldan daha fazla boş kontenjana sahip okulların çoğunun, YÖK’ün kontenjanlarını hesapsızca arttırdığı  üniversitelerin olduğu görülüyor: Vakıf üniversitelerinden Medipol Üniversitesi, Biruni Üniversitesi, Haliç Üniversitesi, Kavram MYO, Kemerburgaz Üniversitesi, Nişantaşı Üniversitesi, Şişli MYO, Doğuş Üniversitesi, Kadir Has Üniversitesi, Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi, Ataşehir Adıgüzel MYO, Beykoz Lojistik MYO, İstanbul’da kendilerine verilen kontenjanlarda bir önceki yıla göre daha fazla dolduramamış durumda. Bu üniversitelerin çoğu “yandaş” veya “nedamet getiren paralelci” olarak tanımlanıyor.  Yine yapılan incelemeler gösteriyor ki, bu üniversitelerin çoğu YÖK’ün  geçen yıla göre kontenjanlarında  astronomik artış yaptığı okullar. Bu iki bilgiyi birleştirdiğimizde ortaya YÖK’ün, “son dört yılın en az boş kontenjan bu yıl oldu” açıklaması ile YÖK’ün kontenjan saptamasında isabetsizlik ayen beyan ortaya çıkıyor.

screenshot_4-021.jpg

YÖK geçen yıla göre bu yıl 175 bin kadar kontenjan düşürdüğünü de söylemiyor.Bu kontenjanların tamamı devlet üniversitelerinin temel bilimlerinde olduğu için çok fazla tepki toplamadığı halde, akademik eğitimin temeli olan bu bölümleri seçebilecek öğrenci sayısı da kontenjanların azalması ile doğru orantılı olarak giderek azalıyor.

Aday öğrencilerin çoğu tercihlerini yaparken, LYS puanlarındaki sıralamalardaki yüzdelik dilimlere göre ve girmek istedikleri okullardaki bölümlerin kontenjan sayılarına göre tercih yapıyorlar. Bu da her bir bölüme yapılan talebin oranında yapay şişmelere veya azalmalara neden oluyor.

Görüldüğü gibi, YÖK Başkanının “atıl kontenjan” açıklamasının altında yatan dinamikler çok çeşitli ve yüzeysel olarak boş kontenjanların mutlak olarak azaldığını göstermiyor. Daha da önemlisi, boş kontenjana sahip üniversitelerin YÖK’ün bol keseden kontenjan dağıttığı “nedametçi paralelci” ve “yandaş” üniversiteler olduğu düşünülürse, kontenjanları daha az boş kaldığı ile övünmek, üniversiteyi sadece iki soru daha az bildi diye okuyamayan, yanlış iki soru için para ve zaman harcamış yüzbinlerce öğrenciyi, tercih yapmama durumuna getirmekten başka anlama gelmiyor.

Çünkü, tercih yapabileceklerin % 50’si de bu yıl tercih yapmamış durumda. Aynı şekilde bu yıl sınava giren lise mezunlarının % 50’si de üniversiteye girememiş durumda. Bu rakamlar, sayıları 200’ü geçmiş üniversite sayısına bakıldığında, israf edilmiş, para, emek ve zaman olarak karşımıza çıkıyor. Bu israfın bugünkü parasal değeri ise yılda en az 2-3 milyar dolar.

Dünyanın hiçbir ülkesinde ne lise mezunlarının, ne de üniversite okumak isteyenlerin tamamı üniversiteye giremiyor. Fakat Türkiye’deki üniversiteleşmenin önündeki engel bu tür evrensel ve doğal sınırlılıklar değil. Kaliteli üniversite yaratmak için türlü çeşitli taklalar atan YÖK Başkanları ve politikacılar, hayatın her alanında serbest rekabetin kalite getireceğini söyledikleri halde, serbest rekabeti üniversite gibi rüştünü çoktan ispat etmiş ve tüm dünyaya yön veren kurumlara Türkiye’de uygulamak istemiyorlar. Çünkü ellerindeki kontenjan belirleme yetkisi ile istedikleri üniversiteyi abad, istediklerini de bitap yapabiliyorlar ve kontenjanı üniversitelere bir baskı aracı gibi kullanabiliyorlar.

Ne YÖK başkanlarının başarı diye yutturduğu istatistikler, ne de YÖK’ün kontenjan belirlemesinin, sonra da “daha az boş kontenjan kaldı” diye böbürlenmesinin, üniversite okumak isteyen öğrencinin kendisinden kaynaklanan sınırlılıklardan değil, kalitesiz bir ÖSYM tarafından yapılan sıralama ile belirlenmesi sonucunu doğurduğunu gizleyemiyor. Bu matematik bir gerçektir. Daha az kontenjan, daha az boş kontenjan demektir. Geçen yıla göre 175.000 azalan kontenjanlar, bu yıl boş kontenjanları 20 bin azaltmış durumda.


screenshot_8-004.jpg
Bkz:  http://www.haber3.com/yok-universite-kontenjanlarini-dusurdu-3434449h.htm

Uzun yıllar önce, üniversite sayısı 18-20 iken, DPT’nin hangi sektörde ne kadar istihdam açığı bulunduğuna dair yaptığı araştırmalar sonucunda ilan ettiği istihdam kapasitesine göre hesaplandığı söylenen, ancak hiçbir zaman bu tür bir hesaplamaya da tabi olmayan üniversite kontenjanlarının önceden belirlenmesi, üniversitelerin sayılarının 200’ü aştığı günümüzde anlamı olmayan boş bir kavram haline gelmiş durumda.

Bu durumda, acil olarak yapılacak ilk şeyin, 2015 ek yerleştirmede tüm kontenjanların serbest bırakılması, daha sonra da, kontenjan saptanmasının tümüyle üniversitelere bırakılması; öğrenci kabul ve yerleştirmelerin yine üniversitelerce yapılması olacağı konusunda eğitim camiası fikir birliğine doğru hızla ilerliyor.

Bu sürecin çok iyi kontrol edilerek uygulanması gerekiyor. İlk aşamada merkezi sınav sistemi YGS ve LYS korunarak, iki yıl vakıf üniversitelerinde kontenjanların serbest bırakılması, devlet üniversitelerinde ise bölümlerin kontenjan taleplerinin kabul edilmesi; ikinci aşamada da, ÖSYM’nin uygulayacağı merkezî  olarak yapılan YGS türünden bir sınavın (SAT, GMAT, TEOFL gibi) sadece kabul ve yerleştirme kriterlerinden biri haline getirildiği, öğrenci kabullerinin ve yerleştirmelerinin tümüyle üniversitelerin ve yüksek okulların diploma bölümlerine bırakıldığı bir “çözüm sürecinin” hayata geçirilmesi gerekiyor. Kendisi de bir eğitimci olan bir Veli, “böylesine bir çözüm süreci uygulanırsa, diğer çözüm süreçlerine ihtiyaç duymayan nesiller yetişir ve Türkiye huzura, eğitimde kaliteye ve verimlilik dolu bir katma değer sürecine de girmiş olur” diyor.

Bir başka eğitim uzmanı da teknik ayrıntıya girerek, “Yerleştirmelerde YÖK öncesi uygulanan “taban puan sistemi” çok iyiydi. En azından ona dönülsün. Böylece, kendinin kalite sorgulanmasını adeta yasaklamış olan, doğrudan yönlendirdiği ÖSYM gibi kurumların kalitesizliği ayan beyan ortada iken, “kalite kalite” diye üniversiteleri taciz eden YÖK yerine, serbest rekabet içinde öğrenci nerede ve ne okuyacağına kendisi karar verir, öğrenci bulmak zorunda kalacak olan kaliteli üniversitelerin oluşumu hızlanır. Bu arada İngiltere’deki UCAS veya Amerikan tipi “addmission” süreçleri de rahatlıkla uygulanarak, tam kapasite kullanımı gerçekleşir. YÖK’e ne mi kalır? Yok olmaktan başka bir şey kalmaz. Zaten vakıfları denetleyen bir Vakıflar Genel Müdürlüğü var; üniversiteler de rektörlerini kendileri seçiyor, en fazla oy alan rektör olur, sandığa güversiniz olur biter” diyor.

Meraklısı için ek haberler:

screenshot_6-007.jpg


screenshot_7-009.jpg